NÜFUS VE ÇEVRE
Dünyayı yutsa da aç kalacak biri var : Açgözlü insan. Hz. Ali
Yerküremizi, diğer gezegenlerden ayıran en önemli özelliği, üzerinde ki yaşamın mevcudiyetidir. Bu yaşam türleri arasında, insan türünün var olması, belki de onu ayrıcalıklı yapan en önemli özelliğidir. Ancak, bu türün (İnsan) yerküre üzerinde insana yakışır tarzda yaşaması, sanırım herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir konudur. Günümüzde, tüm yeryüzünde yaşayan insanların, ne kadarınn insanca yaşadığı da hepimizce malûmdur. Bu konuda yapılan yayınlar sayılamayacak kadar çoktur. İşte bu yayınlardan biri olan “B’nin Öyküsü “ kitabının yazarı Daniel Quinn’ in[1], çarpıcı yaklaşımından alıntı yaparak başladığım yazıma, bende, başka bir açıdan bakmak istedim.
Âdem ve Havva’nın dünyaya teşriflerinden bugüne kadar geçen süredeki nüfus artışı aşağıdaki gibidir.
200,000 yıl önce Homo Sapiens’ ler dünyada yaklaşık 10 bin kadar olduğunu varsayarsak,
10,000 yıl önce (Tarım devrimi) nüfus 10 milyon tahmin ediliyor.
------------------------------------------------------------------------------------
190,000 yıl 10 kat (10 bin den 10 milyona)
5,000yıl 2 kat 20 milyon
2,000yıl 2kat 50 milyon
1,600yıl 2kat 100milyon
1,400yıl 2kat 200milyon
1,200yıl 2kat 400milyon(İ,S,1200 yılı)
500yıl 2kat 800milyon(1700 )
200yıl 2kat 1,5milyar(1900)
60yıl 2kat 3milyar (1960)
37yıl 2kat 6milyar(1997)
23 yıl 2 kat 12milyar(2020)
Ekoloji nin temel prensibi
1-Yaşam yeşilliklerle başlar. Yeşillikleri yiyen otçullar, otçullardan beslenen yırtıcılar, yırtıcılardan beslenen diğer yırtıcılar, oradan onların ölümüyle leş yiyenler, oradan toprak ve tekrar yeşillikler. Bu döngü kesilmeksizin devam eder. O halde yaşam eşittir beslenme diyebiliriz.
2-Toplulukların sayısı, beslenme ile denge halindedir. Besin artarsa nüfus artar. Nüfus artınca besin yetmez, azalır. Besin azalınca nüfus azalır. Beslenen nüfus azalınca besin artar. O halde insan nüfusundaki bu artış, besinlerin artmasından dolayıdır. Bu da 10 bin yıl önce yapılan tarım devrimi ile başlamıştır..
Örnekleme :
1-Genişleme özelliği olan bir kafese, 2 fare ve her gün 2 kilo besin koyalım. Tabiî ki , 2 kilo bu fareler için fazla. Ertesi gün artan besinleri alıyoruz ve tekrar 2 kilo besin koyuyoruz. Bunu her gün yapıyoruz. Kısa sürede fareler çoğalıyor 2-4-8-16-32...Sonunda, kafese konulan 2 kilo besinin tamamen bitirildiği gün geliyor. Biz gene, her gün 2 kilo besin koymaya devam ediyoruz. Fare nüfusundaki artış duruyor. Nufus 280-320 arasında değişiyor. Yani ortalama 300 cıvarında nüfus sabitleniyor.
2-Bu sefer kafese gene 2 fare ve 2 farenin doyabileceği bollukta yiyecek koyuyoruz. Ertesi gün , 2 fare ne yerse onun %50 fazlasını koyuyoruz. Kısa sürede fare sayısı 4 -8-16-32-64.... olarak çoğalmaya devam ediyor. Biz gene her gün tüketilen yiyeceklerin, % 50 fazlasını koymaya devam ediyoruz. Sayı inanılmaz rakamlara erişiyor. 2000-4000-8000-16000-32000-64000...gibi tam bir nüfus patlaması yaşandı.
Şimdi şu işlemi yapalı : 64000 fare, günde, diyelim 500 kilo yiyecek tüketti. Ertesi gün %50 fazlasını, yani 750 kg yiyecek koymamız gerekirdi. Biz bu işlemi durduruyoruz ve gene kafese 500 kg yiyecek koyuyoruz. Dün 64000 fareye 500 kilo yettiğine göre, bugün de yetmesi gerek. Biz artık hep 500 kg yiyecek veriyoruz. Açlık çeken fare yok. İsyan çıkmıyor. Tabiî, doğumlar ve de ölümler devam ediyor. Ama fare nüfusu artmıyor. Âdeta sabitleniyor. Nüfus artışı, besin artışı ile deteklenmek zorundadır. Ekolojinin başında kabul ettiğimiz temel prensibe göre; şimdi labaratuvarda 64000 fare çok, bizim ihtiyacımızdan fazla. Masrafları çok fazla. Aile planlaması da fareler için yok her halde. Doğum kontrolüne ihtiyacımız yok. Ekolojinin temel ikinci kuralını hatırlıyalım. Besin ile nüfus doğru orantılı. Yani besin kontrolüne ihtiyacımız var.
Birde, şöyle bir işlem yapalım. 64000 fare için günde, 500 kilo yiyecek koyuyorduk. Bu miktarı, ertesi gün 250 gram azaltalım, yani, 499 kilo 750 gram yiyecek verelim. 64000 farenin her biri için, bu azalma, onların dişinin kovuğuna bile gitmeyecek kadar az bir fark. Açlık yok, isyan yok. Bu işlem, her gün 250 gram azalma işlemi, devam ediyor. 1000 gün sonunda besin miktarı 250 kg’ a iniyor. Besindeki azalma, nüfusun da azalmasına neden oluyor hepsi bu. Kafeste ise 64000 fare yerine 32000 fare yaşıyor. Ekolojik kural çalışıyor. Beslenen nüfusun, besin miktarına gösterdiği tepki sadece.
Daniel Quinn’in nüfus hakkındaki bu ekolojik yaklaşımı oldukça ilginç. Bu yaklaşım göz önünde tutularak dünyamızın geleceği hakkında biraz düşünce pratiği yapmak kehanet sayılmaz sanırım.
Doğanın kuralı gereğince her varlık doğar, büyür ve ölür. Her canlı türü de varolur, gelişir ve de yok olur: Er veya geç. Bundan kaçış olanaksızdır; belki geciktirebilirsiniz, ama, asla durduramazsınız. İnsanoğlu çok bencil. Kendi neslinin yok olma fikrini dahi kabullenemiyor. Ne yaparsak yapalım, insan nesli yok olma zorunda, zamanı geldiğinde. Şimdi hemen itiraz edeceksiniz. Ne yapalım yani doğayı, çevreyi korumayalım mı? İster koruyun, ister korumayın olacağı engelleyemezsiniz. Sadece geciktirirsiniz. Jeolojik devirlerde, dünyamız, insan nesli yok iken, bir çok defa küresel ısınma, soğumaya maruz kaldı ( Birinci ve dördüncü zaman jeolojik devirlerde). Bir çok canlı türü yok oldu. O zaman insanoğlu “Küresel Isınmanın” nedeni değildi. Şimdi belki süreci hızlandırdı, o kadar. Doğayı korumamız sadece kirliliği önlemekle mümkün görünmüyor. Aşırı nüfus artışını da önlemek gerek. Nasıl? Yukarıdaki örneklerde açıkça gözleniyor. Nüfusu sabitlemek. Çok acımasız geliyor bu yöntem. Bunu ya doğum kontrolü ile yapacaksınız; ya da beslenmeyi kısma yöntemi ile. Nüfusu sabitlemek de yetmez azaltmamız gerek; azaltmak da acı bir reçete. Şu anda, eğer adil bir paylaşım olsa, dünyamız bugünkü nufusunu rahatlıkla besleyebilecek kapasitede; ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ütopya. Dünyamızda her sene birçok canlı türü yaşam alanları gittikçe daraldığından dolayı yok olmaktadır. Belli bir süre sonra sıra insan nesline gelecektir. İster kabul edelim, ister etmeyelim.
Nüfusu sabitlesek veya azaltsak bile, dünyadaki bu değişimi durduramayız. Jeolojik açıdan ısınma dönemindeyiz. Buzullar/buzlar eriyecek, deniz seviyesi yükselecek- Jeolojik devirlerde deniz seviyesi değişimi (östatik hareketler) 170 m olarak ölçülmüş- iklimler kaymaya uğrayacak...vs. yani denge bozulacak. İnsanlar göçetmek zorunda kalacak. Daha elverişli yerlere kitle akınları olacak. Doğada sınır yoktur. Devletleri ayıran sun’î sınırlar parçalanacak. Belki gelişmiş ülkeler sınırlarını korumak için nükleer silah kullanacaklar...vs. Daha bir çok senaryo yazılabilir ( manyetik kutup noktalarının yer değiştirmesi gibi). Yaşam alanlarının daralması, kirlenmesi sonucu, insan nüfusu büyük ölçüde azalacak; ya tedricen veya aniden ortadan kalkacaktır. Dinî açıdan bakarsak, bu görüşümüzü kutsal kitaplar da desteklemektedir. Âdem’ in yaratılışı sırasında, meleklerin Allah ile konuşmaları, Âdem neslinden önce, başka bir insan neslinin varlığını belirtir niteliktedir. O halde bugünkü insan nesli, ne ilk belki de, ne de sondur. Zamanı geldiğinde - dini açıdan kıyametin kopması- bugünkü insan nesli ortadan kalkacaktır.
Çevreyi korumakla daha sağlıklı ortamlarda yaşayacağız, buna şüphe yok. Her aklı başında insanın yapması gereken bir husus. Ancak, doğanın dengesinin bozulmasının esas nedeni aşırı nüfuslanma, bunun sonucu, aşırı kirlenme ( bu artan nüfusu besliyebilmek için endüstri devrimi). Dünyamızın besleyebileceği nüfus miktarının bir sınırı olması gerek. Nüfusu bu sınırda tutmanın reçetesi de, yukarıda anlatıldığı üzere oldukça acımasız görünüyor. Tabiî bu acımasız tabiri bizim değerlendirmemiz. Doğada acıma diye bir olgu yoktur. Olması gereken ne ise, o olur. Şimdi hemen itirazlar yükselecek. İnsanlar ile diğer canlılar arasındaki fark, insanların düşünmesi ve insani değerlere sahip olmasıdır denecek. Unutmayalım ki kendi çıkarı için, kendi zevki için - kendini doyurmak için değil- hemcinsini yok eden tek varlık insandır. Yedi milyara yaklaşan dünya nüfusunun çok büyük bir kısmı açlık ve safalet içerisinde acı çekmektedir Bunun nedeni de kendini düşünen, değerli, ve insanî hasletlere sahip olduğunu ileri süren insanoğludur ( açgözlü, doymak bilmeyen hırsa sahip olan insan).
Tüm insanlar çevre bilincine sahip olsalar dahi, sonuca etkisi olmayacak; sadece süreci geciktirecektir. Yanlış anlaşılmak istemem. Ben de doğanın korunması, temiz tutulması, her türlü israfın karşısındayım. Sadece olaya değişik bir açıdan yaklaşmak istedim.
Son Güncelleme: Pazar, 27 Mart 2016 21:23